Pages

30.5.10

Caspian












2004-2006 yılları arasında meşhur Mono'nun alt grubu olarak boy gösteren, 2007 yılında "The Four Trees" albümüyle adını çokça duyuran Beverly-Massachusetts'li grup geçen sene çıkardıkları "Tertia" albümleriyle artık kendilerini camiada kanıtlamış gruplar arasına girdiler. "Tertia"'dan bahsetimişken de albüm için çıkan preview ne kadar güzeldi bilmem hatırlar mısınız?





Şu anda çılgınlar gibi Amerika'dan başlayıp bir çok Avrupa ülkesini turladıktan sonra çok sevgili God is an Astronaut ile UK turnesindeler. "Resimlerden yüzlerini göremiyoruz, kim bu adamlar?" diyenler için hoş bir röportaj kolajı da gelsin o halde: (Bu arada benim gibi meraklılar için; Caspian, Hazar Denizi'nin İngilizcesi oluyor.)





Fakat esas mesele şu; bu adamlar bu kadar dolaşırlarken yolları 25 Mayıs'ta İstanbul'a düştü. Konser alanında en fazla 100 kişi vardı sanırım. Zaten böyle konserlere yandaş bulamadığım için yalnız gitmeye alışık olan ben, pek yadırgamadım bu durumu ama açıkçası daha fazla insan iştirak eder diye düşünüyordum. Lakin tarz olarak sert bir grup Caspian, ama en öyle olduğu anlarda bile ritmini boğmadan, enstrüman bütünlüğüyle ve grup elemanlarının performanslarıyla çok enfes bir konser çıkardılar. Soyunma odalarına da gitmiş bulundum konser sonrasında (o esnada soyunmuyorlardı), "rakı var, nefis bir şey bayılırsınız" dedim (ingilizce) ama uçakları varmış sabah 6'da Ukrayna'ya, kibarca reddettiler. Sonuç olarak pırlanta gibi delikanlılardı hepsi ve isimlerini aldıkları denize en yakın yerdeydiler o an, insan başka ne ister.

Grubun iyi kalite bir diskografisi şuradan edinilebilir.
Üstteki toplamada olmayan son albüm "Tertia" içinse buraya alalım.

O halde artık video kısmında son albüm "Tertia"'dan iki parçayla başlayalım.









2007 çıkışlı "The Four Trees" isimli albümlerinden "Moksha":






Esas olay tabii ki canlı kayıtlarda. Belki yandaki adreslerden girmişsinizdir. We are post-rock diye "film için müzik değil müzik için film" yapan ve bu işi harika kotaran bir site var. Aşağıdaki müthiş derlemeler onların eserleri. Daha başka bir çok grubun performanslarına adresten ulaşılabilir. Biz bu seferlik sadece Caspian için olanlarla devam edelim:




24.5.10

Thom Yorke'dan Office Chart




Thomas Edward Yorke'un "Office Chart" başlığı altında yaptığı gelenekselleşen tavsiye listesi tazelendi. Genelde hemen hemen her ay Radiohead'in kendi blogu olan www.radiohead.com/deadairspace 'de yayınladığı listeye göre bir numaralı parça bu. Devamı için Youtube'da bu listeleyi irdeleyebilirsiniz, keza bu videoların yorumlarında "Thom bu şarkıyı yazmış, bir bakayım dedim ama hiç beğenmedim" ya da "Thom işini bilir" gibi yorumlar görülebilir. İşte liste:

1. 1977 Ana Tijoux
2. Ante Up Danny Drive thru
3. Formula Aphex Twin
4. Naima John Coltrane Quartet (village vanguard recordings)
5. The Heist Jaylib
6. Fram Blawan
7. Pneumonia Bjork
8. Chapel of Ghouls Boy 8-bit

20.5.10

God is an Astronaut













Hatırlar mısınız veya gittiniz mi bilmiyorum ama 12 Kasım 2009 tarihinde Irlandalı post-rock üçlüsü God is an Astronaut ikinci kere (ilki Barışarock 2007) ülkemize teşrif etmişlerdi. Jolly Joker Balans denilen koridor gibi ufak bu mekanda tahmin etmediğim bir izdiham olmuştu. Harika görselleri, o dandik ses düzeniyle albümden daha iyi çalınan parçalarla herşeyi unutturmuştu bana adeta. Seneler önce gelen Mogwai konseri kadar iyi vakit geçirmiştim neredeyse.

Bir daha ne zaman gelirler bilemiyorum ancak geçen haftlarda grubun son albümü "Age of The Fifth Sun"'ı dinleme olanağım oldu. Bu arada grubun ismi nereden geliyor diye soracak olan benim gibi meraklı arkadaşlar için açıklayayım. 1990 yılında çekilen Nightbreed isimli Clive Barker'ın yönettiği filmde geçen bir diyalogdan geliyor. Hemen heyecan ve aksiyon dolu videolu ispatı için de:






Albüm yine bildiğimiz GIAA (samimiyetten kısaltıyorum artık). İsimlerine yakışır şekilde dinleyeni fezaya götürüp getiren, post-rock'ın karamsarlığını yer yer giren sert gitarlar, elektronik öğelerle destekleyen, önceki kliplerindeki gibi atom bombalarını patlatırken, yeri geldi mi uzay boşluğuna yerleştiren parçalarla dolu. İlk single olan "Shining Through" zaten beğenilmişti ama daha ilk parçadan roketi fırlatan "Worlds in Collusion", yere indiren ve süründüren "Lost Kingdom" ve albüme adını veren, sayısız kere de dinlediğim "Age of The Fifth Sun" ile bana tekrar yollarını gözleme pozisyonunu aldırdılar. Ne kadar özlediğimi anladım.

Bu arada feza, roket dedik, post-apocalyptic zamanlardan söz ettik. Nedir ne değildir kısmını benim yerime şöyle favori parçalarımdan oluşan bir video silsilesi tercüman olsun diyerekten sona yine serpiştiriyorum atom tanelerini. Dikkatli dinleyin, okulda göstermezler bunları.

İlk olarak harika klibiyle 2002 yılındaki albümlerine ismini veren "The End of the Beginning" gelsin o halde:







Yine aynı albümden çok sevgili "Coda":






Yeni albümden ilk single olan "Shining Through":






Artık canlı performanslara geçelim. "Far From Refugee" albümünden "Tempus Horizon":






Her seferinde beni dağıtmayı başaran "Echoes". 2008 çıkışlı "God Is An Astronaut" albümünden:






70 dakikalık bir live video da gelsin o halde doymadım diyenlere:






Eh sonunda da yeni albüme adını veren parçayla bitirelim de rahatlayalım:

11.5.10

Al Sana Reklam!



Animasyon ve grafik alanında sağlam örnekler veren, Uluslararası Cannes Lions Reklam Festivali’nde bir çok ödül alan Alman stüdyosu Sehsucht’un Lamborghini Gallardo için hazırladığı son reklam gerçekten de çok etkileyici. Her ne kadar reklam sektörünün kolpalıkları can sıksa da, illa ki maruz kalacaksak bari böylesine maruz kalalım. İrrite edici bir müzik eşliğinde, inekleri uçurmakla olmuyor bu işler…

Düştüm Mapus Damlarına


Escape from Alcatraz, American History X, Das Experiment, Felon, Hunger, The Shawshank Redemption, Papillon (Tatar Ramazan efsanesini de unutmayalım) ve muhtemelen gecenin bu saatinde aklıma gelmeyen zilyon tane daha başarılı örnek... "Ulan n'oluyo, blog su gibi akıyordu, şık albümler, cillop gruplardan nerelere geldik, ne işimiz var mapus köşelerinde" demeyin.. Saat olmuş dört kusur... Sabah işe gitmek gerek... Dergiye de yazılacak formalar dolusu yazı var... Ama az önce izlediğim Celda 211 için bir şeyler fışkırtarak blog'a siftahı yapma gazındayım...



Aslında küçük bir flashback yaparak geçen hafta izlediğim yine bir Avrupa yapımı olan Un Prophète ile söze başlamalıyım. Film, Malik El Djebena isminde daha ergenlik sivilcilerini yeni söndürmüş 19 yaşındaki bir Arap gencin çocuk ıslah evinden tam teşekküllü -ve bol psikopatlı- bir yetişkin (!) hapishanesine terfi olmasıyla başlıyor. Hapishanenin kontrolünü elinde tutan Korsikalı ırkçı bir ekürinin ayak işlerini yapması için yancı olarak ona bir iş veriliyor. İlk icraatı da Araplar için çok önemli bir ismi öldürmek. Ona oldukça iyi davranan Reyeb ismindeki Arabı kendi kıçını kollamak için mecburen öldüren El Djebena filmin kalanında bunun vicdan azabını çekerek hayatta kalmak ve vicdanını rahatlatmak için fırsatları iyi kollayıp kendi hükümdarlığını kuruyor. Bu epik filmi "şöyle güzel, böyle güzel" diye ballandırmama gerek yok, zaten Oscar'dan, Bafta'ya, Cesar'dan Altın Palmiye'ye neredeyse bütün büyük ödüllere aday oldu.



Daha Fransızların bu başyapıtını tam olarak sindirememişken -hala bazı sahneleri de gözümün önünden gitmiyor- az önce izlediğim Celda 211 de beni benden aldı. Hamile eşine bakabilmek için gardiyan olarak işe başlayan kahramanımız Juan hapishane yönetiminin gözüne girmek için daha görevinin başlamasına bir gün kala oryantasyon için hapishaneye gider. Cenabetlik bu ya, en psikopat, en arıza mahkumların tutulduğu özel bölümdeyken bir anda çıkan isyanın ortasında kalır. Sivil kıyafetli olduğu için onların arasına kaynayıp kimliğini belli etmeden başta mahkumların lideri manyak Malamadre olmak üzere alayına ayar verir. Hapishanede bulunan bir kaç ETA üyesini rehin aldıklarında işler bambaşka bir hale dönüşür...



Daha fazla spoiler işine girmiyorum zaten anlattığım kısım filmin sadece ilk 10 dakikası. İşlerin nereden nerelere vardığını hayretler içerisinde izleyip bir an hapishanede o manyaklarla olmayı bile isteyebilirsiniz. Evet filmde fazlasıyla sert sahneler var, hatta nefret ettiğim Gore janrına bile girebilir. Fakat Gore filmlerdeki seyirciye şov yapan o anlamsız, nedensiz pornografik şiddet yerine, doğru yerlerde ve doğru şekillerde bir şiddet kullanımı var. Yani Hostel'deki parmak koparmalar ya da ucuz Hollywood filmlerindeki gibi benzinci tuvaletinde pense ile haya patlatmak gibi gereksiz ve gerzekçe sahneler yok.
Celda 211 gerçek bir hapishanede çekilmiş ve figüranların da büyük çoğunluğu gerçek mahkumlar. Yani mahallenin spor salonundan yevmiye+yol+yemek anlaşmasıyla toplanan, kulaklarından steroid fışkıran dövmeli Hollywood figüranları yerine harbi abilerin rol alması filmdeki gerçeklik hissini arttırıyor.
Bu iki film açıkça gösteriyor ki Avrupalılar'ın hapishane filmlerine bakışları Amerikalılar'dan çok daha farklı. Nispeten bir hapishane filmi sayılabilecek 2001 tarihli Alman yapımı Das Experiment'te de bunu görmüştük. Avrupalı'nın entellektüel ve eleştirel bakış açısı hapishane ve suçluyu hayvan değil kurban olarak görürken Hollywood'ta işler bambaşka. Her ne kadar çok başarılı filmler olsa da American History X, Shawshank Redemption ve diğerlerinde izleyiciye kanuna karşı gelirsen işte bu cehenneme girersin (misal duşta sabununu düşürürsen adamı affetmezler klişesi) mantığı var.
Özetle Un Prophète ve Celda 211 asla "bir ara izlerim ya" denip ertelenecek -sonra da unutulacak- filmler değil, bir an önce edinin izleyin...

CELDA 211



UN PROPHÈTE

10.5.10

Maybeshewill













2006 yılında çıkardıkları "Japanese Spy Transcript" ile tanıdığım İngiltere Leicester'den Maybeshewill bu süreden sonra her zaman adından çok söz ettiren bir grup oldu. Beni en çok etkileyen tavırları ise bu ep'den sonra gelen "Not For Want Of Trying (2008)" ve "Sing The Word Hope In Four-Part Harmony (2009)" isimli albümlerinde dinleyenlerin önüne koydukları farklı tarzlarını müziklerine harika bir biçimde yedirmeleriydi. Post-rock camiasında elektronik öğelerle dolu bir karışımı sunarken türün sınırlarını zorlayarak post-metal/drone'a doğru selam çakan ama çaktığı gibi de yerini bulan bir değişimi gerçekleştirmek ve bundan alnının akıyla çıkmak herkese nasip olmaz. Oldum olası bu "janr" tanımlamalarından olabildiğince uzaklaşmak isteyen bir insan olarak isteseniz de bir kaba koyamayacağınız, zaten konulduğu kabın da şeklini almayan Maybeshewill nazarımda her zaman özel bir grup olarak kalacaktır.

Kapsamlı sayılabilecek bir diskografileri içinse korsanlar şu yöne gidiyorlarmış:

Grubun bir ilginç özelliği ise bazı çok özel filmlerin daha da özel sahnelerinde geçen konuşmaları parçalarında sample olarak kullanmaları. Şöyle ki:

Başındaki 40 saniyeden korkmayın bizi patlayan bombalar ve gitarlardan başka ne bekliyor diye. Sonrasında sesi gelen kişi ise Network (1976) filmindeki efsanevi rolü ile ölümünden sonra ilk Oscar alan oyuncu Peter Finch'dir. Karşınızda "Not For Want Of Trying".



Filmdeki sahne içinse:







"...In Another Life, When We Are Both Cats" isimli müthiş parçasında yer alan sample ise "Rules of Attraction"'daki o unutulmaz diyalog. Video, filmden sahneler eşliğinde akıyor zaten. Eğer filmi izlemediyseniz mutlaka öneriyorum, şarkıyı zaten şu anda dinliyorsunuz. Evet o Dawson bildiğiniz gibi değil bu filmde. "Deal with it".








"Last time this year" parçasında yine çok sevdiğim bir film olan "I Heart Huckabees"'den çarpıcı bir diyalog. Filmden kesitli video yapma hadisesi Youtube'da cok popülermiş ararken bunu da öğrendim.







"Our History Will Be What We Make Of It"  parçasında ise George Clooney'in "Good Night, and Good Luck" filminden alınmış bir sample mevcut.






Benim favorilerim arasında bir parça olan "Co-Conspirators"'ta ise 1982 yapımı Paul Newman'ın oynadığı "The Verdict" filminden bir sample var. Muhteşem bulutlu klibini izlerken de "He films the Clouds" diyerek grubun başka bir şarkısına gönderme yapanları cemiyette alkışlıyorlarmış haberiniz olsun.








Eh hergün dinlediğim "Japanese Spy Transcript" ve "He Films the Clouds Pt.2"'yi koymazsam zaten içim rahat etmez. İşim rast gitmez.








Adettendir bir de canlı performans videosu koymak. Fakat "He Films The Clouds, Pt. 2" benim için çok özel bir parçadır. Eğer gün olur da izleme şansım olursa ikinci yarısındaki vokalli kısımda beni bağırırken önlerden toplarsınız. Hayrına.

9.5.10

If These Trees Could Talk

















Post-Rock rüzgarlarıyla savrulan şu yıllarımda önemli bir grup olan If These Trees Could Talk 2006 yılında aynı adla çıkardığı şahane albümden ziyade 2009'daki Above the Earth, Below the Sky ile vazgeçilmezlerim arasında yerini aldı. Harika besteleri, dahice çıkışları, enerjileri, o gitarların söze mahal bırakmayan sert sesleri, her enstrümanın en kaotik anlarda bile birbiri üstüne ustaca inşa edildiği, parçalardaki katmanların arasındaki enfes geçişleri ve her dinlediğimde keşke gelseler de görsek diye her seferinde düşünmekten kendimi alamadığım bir grup oldu. 

Bir zamanlar işim gereği arabayla çok seyahat etmem gereken zamanlarda değil trafiği, bütün dertlerimi dahi bir kenara koyup eve dönüş yolunun nasıl geçtiğini bana unutturan besteleriyle, kafamdaki karmaşık iniş çıkışları parçalarıyla aynı anda senkronize ederek az yoldaşlık etmediler bana. Keşke gelseler de görsek. Görsek de kendimize gelsek.

Bu arada, albümler için:


E tabii Malabar Front olmadan olmaz:




Hazır elim değmişken harika 3 videosunu daha koyayım dedim. Bir güç var durduramıyorum gibi.












Bu konser videosu da neden mutlaka izlenmeleri gerektiğinin kanıtı olarak geliyor.


Jaydiohead


Kimi çevrelerde derler ki "yeni bir yıla girerken veyahut yeni bir blog açılışı yaparken adettendir Radiohead ile başlamak". Max Tannone (a.k.a. Minty Fresh Beats) adındaki şahıs Radiohead ve Jay-Z'yi birleştirip bir albüm meydana getirmiş. Aslında Radiohead şarkılarına Jay-Z'nin vokallerini yerleştirmiş. Yani Thomas Edward Yorke'un sesi pek yok bazı mırıltlar dışında. "Orjinali daha iyi baba" diyenler çok olacaktır elbette çünkü yine bazı çevrelerde objektiff yorumlamanın zor olduğu bir gruptur Radiohead ama yine de bakmaya değer. Respect! diyoruz ve albümü edinmek için sayfaya yönleniyoruz

http://www.jaydiohead.com/
(Sayfada 2 adet albüm var bu arada Jaydiohead ve Jaydiohead - The Encore diye, bilginize)

Tracklist içinse:
1- wrong prayer (i might be wrong)
2- 99 anthems (national anthem)
3- no karma (karma police)
4- lucifer's jigsaw (jigsaw falling into place)
5- optimistic moment (optimistic)
6- dirt off your android (paranoid android)
7- dreaming up (up on the ladder)
8- change order (gagging order)
9- fall in step (15 step)
10- ignorant swan (black swan)

"Üşengecim ben arkadaşım bir bakayım neymiş ne değilmiş" diyenler de buyursunlar efendim..