Pages

30.6.10

Blur'den yeni albüm yok















Blur'ün son kaydı "Fool's Day"'in duyulmasının üzerinden bir ay geçti. Grubun tekrar bir araya gelişinin haberi ise daha da uzun bir süredir ortalarda. Blur şarkıyı özel olarak Record Store Day denilen oluşum için sadece plak olarak çıkarttı. Ayrıca korsana rağbet olmasın diyerek  resmi sitesinden ücretsiz indirme imkanı da verdi. Damon Albarn " böyle single yapmak gayet güzel, evet yenilerini yapacağız ama insanlar yeni bir Blur albümü beklemesinler. Sadece yeni şarkıların tadını çıkarsınlar" diyerek konuya bir açıklık getirdi. O zaman biz de yeni albüm beklemeyelim ama içinde Türkiye ayağı da olan bir tur istiyoruz diyelim.


28.6.10

Iñárritu Kafası















Kültürel eklektizm, globalleşme, kelebek etkisi ve futbol...

Halen izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama güncelliği dert eden bir blog olmadığımız ortada. İzlemediyseniz kesin izleyin, izlediyseniz de artistik yapmayın bir daha izleyin.

In The Loop



Hayatımın 6 senesini "Siyaset Bilimi" diploması almaya adamış bir adam olarak yıllar sonra meslek eğitimime baktığımda; "bilmediğin şeyleri biliyormuş gibi gösterme sanatı...", "ne kadar sıçıp batırsan da insanlar üzerindeki gücünle bundan avantaj sağlama taktikleri...", "ukalalık ve demagoji öğretileri...", "gammazlama ve şantajın incelikleri...", "yaptığın pisliği hukuğu manipüle ederek meşrulaştırma alıştırmaları..." gibi temel noktalar üniversitenin bana kattıkları olarak aklıma ilk gelenler... Paragraflar haline getirilerek oldukça genişletilmiş ve kelime kelime ezberletilmeye çalışılan siyasetin bu kutsal öğretilerini sallamayıp ezberlemeseniz bile, en azından duvara bit kadar arial fontlarla yazdığınız kopyalarda ya da hece hece arkanızdaki arkadaşınızın fısıltısında doğru cevapları kağıda panikle geçirme esnasında her biri beyninizin kımıl kımıl dehlizlerine bir daha çıkmamak üzere yerleşiyor...
Okul süresince anlatılan her gereksiz dersten ve girilen ezbere dayalı her anlamsız sınavdan sonra git gide, bir çığ gibi büyüyen apolitikleşme süreci yıllar sonra mezuniyetle beraber durur ve tekrar normalleşme süreci başlar... Fakat ülke ve dünya siyaseti de bi' acayip gelmeye başlar insana... Sonra, yaşadığın ülkenin başbakanının her an cebinden çakısını çıkarıp "van minut, van minut, al ulan sana van minut eşşoğleşşek " haykırışları içerisinde yanındaki lavuğun boynuna saplayabileceğinden tırsarak uluslararası bir canlı yayın izlersin... Kendine gelir bi silkinirsin... "Yürrüüü koççuuum!" çekenlere aslında ne olup bittiğini anlatmaya falan da -bir daha hiç- yeltenmezsin... Verdiğin 84 Siyaset Bilimi dersi aklına gelir ve "hassiktir!" dersin...


Siyasetle kafa bulmak çok kolay gibi gözükse de aslında değil... Bunu karikatür dergileri kadar iyi yapan film ya da dizi bulmak da imkansız... Politika başlı başına komik, siyaset arenasındaki aktörlerin söyledikleri ve yaptıkları da kendiliğinden absürd olduğu için ortaya eleştiri dışında komedi katmak bence epey zor oluyor... Politik aktörlerin diyaloglarındaki anlamsızlığı en iyi verebilecek absürtlükte bir senaryo işinin altından kimin kalkabileceğini düşününce sadece İngilizlerin (ve belki Cohen'lerin) bunu becerebileceğine dair bir kanıya vardım. Gerçekten de öyle olmuş...

In The Loop
'ta film başladıktan sonra ilk 15 dakika diyaloglara yetişmekte, kimin kim olduğunu anlamakta biraz afallasanız da bu süre sonunda taşlar az çok yerine oturmuş oluyor. Birbirinden rahatsız, birbirinden acayip heriflerin ve kadınların -ki bunlar bakanlar, senatörler, generaller vs. oluyorlar- uğraştıkları şeylere, bu insansıların aptallıklarına, anlamsız psikozlarına, hatta en önemlisi boş amaçlarına ve yöntemlerine tanık olurken film onları aslında eleştirmiyor. Onları eleştirilmeye layık görmüyor ve eleştirmeye tenezül bile etmiyor... Siyaseti ve politikacıları o kadar aşağılıyor ki filmi askerde izleseniz ertesi gün sabah içtimasında generale nanik yapma ya da mecliste çalışıyorsanız sabah bakanlardan birinin ensesine şaplak çalma isteği uyandırabilir. İngiliz komedileriyle biraz haşır neşirseniz ve tarzlarına uyuz olmuyorsanız In The Loop size yarıla-yarıla gülme garantisi verebilir...



24.6.10

And So I Watch You From Afar


























Bazı özel gruplar vardır kendi sesleri olan. Dinlediğinizde algılarsınız başka birşeye benzemediğini. Irlandalı And So I Watch You From Afar (ASIWYFA) da bu etkiyi bırakmıştı bende ilk duyduğumda. Saf enerji, coşku, kaotik gitarlar, patlayan davullar, dehşet konser performansları...Genel geçer bilinen Post-rock'ın üstündeki melankolik havayı dağıtan,ölü toprağını uçuran o hardcore, progressive,punk,thrash sound. Aylar boyunca dönüp durdu 2009 çıkışlı grubun adını taşıyan son albümleri listemde ve gittiğim her yerde. Kafamda bir türe oturtmaktan çoktan vazgeçtim çünkü onlar kendi müziklerini yapıyorlar, kendi gitarlarını parçalıyorlar ve yerlerinde hiç durmuyorlar. Bahsettiğim o enerji de zaten burada ortaya çıkıyor ve böyle bir tadın sadece bu grupta varolduğunu anladığınız an zaten bir daha vazgeçemiyorsunuz. Her zamanki gibi sözün bittiği yerde de videolar başlıyor zaten.


Önce harika klibiyle "A Little Solidarity Goes A Long Way"






"Voiceless" da eksik kalamaz tabii.






"This Is Our Machine And Nothing Can Stop It" isimli EP'lerinden "Holylands, 4am"






Klipleri bitirdikten sonra en heyecanlı kısma gelmiş bulunmaktayız. O da tabii canlı performanslar. Grup kendini bu konserlerde belli ediyor zaten izleyince siz de yazdıklarıma hak vereceksiniz. Hayranı olduğum Bandwidth ekibi yine yapacağını yapmış. "Set Guitars to Kill", "S is For Salamander" geliyor ardı ardına. Ekibin 3. videosu ise grubun aynı iki parçayı Dublin'de alelade bir müzik mağazasında çalarken görüntülendiği oldukça doğal bir performans. Öyle ki haftada en az bir kere izlemeden kendime gelemiyorum.












Dayanamayıp "A Little Solidarity Goes A Long Way" ve "I Capture the Castles" parçalarını da koyuyorum o halde.



14.6.10

Ambulans: Albüm öncesi ilk konser




Yeni grupları, yeni şarkıları dinleyip değerlendirmeyi beğeniyoruz.Yerli rock gruplarından bir yenisi Ambulans "Ambulans albüm öncesi ilk konser" adı altında bir etkinlik haberi vermiş Facebook sayfasından.


Bazı şarkılarını şöyle bir dinlemiş biri olarak konsere gitmeye değer diyebilirim. Albüm öncesi yeni bir grup dinleyip kendince irdelemek isteyenler için konser 17.06.2010 Perşembe günü saat 17.30'da Galatasaray Lisesi'nde.

9.6.10

Russian Circles



















Post-rock, Progressive post-rock, math-metal,  prog-rock, post-math-metal. Artık ben de bu türler arasında kaybolup gidiyorum hangisi uygun diye bulmaya çalışırken. Zaten müziği anlatmak zor zanaattır hep söylerim. O yüzden bir kalıba sokmak ne kadar uygundur bu apayrı bir tartışma konusu tabii günümüzde.

3 tane adam var Chicago'lu, 3 tane albümleri çıktı bugüne kadar [Enter (2006), Station (2008), Geneva(2009] ve yukarıda saydığım türlerin bütün elementlerini hayata geçirmiş ve bunu o kadar temiz bir şekilde icra ediyorlar ki aklım almıyor bazen. Saf, katıksız, gümbür gümbür geliyorlar. Albümler genelde 5-6 şarkıyı geçmiyor, hikayenin devamı gibi sanki hep akıyorlar kendi bütünlüklerini tamamlayarak. Bazen yavaş yavaş giriyor parça, melodik ilerliyor(Micah, Melee), bazen hiç acımadan eneriyi alıyorsunuz (Death Rides A Horse, Geneva), kimi zaman hep sakin sulardasınız (You Already Did, Xavii). Demek istediğim şu; mühim olan grubu bir türe oturtmak değil, grubun sizi nereye götürdüğüne bakmak lazım. Russian Circles albümlerini baştan sona şarkı atlamadan dinlediğim, kafamda kırk tilki dolaştırıp bunların kuyruklarını birbirine değdirmeden katıksız bir zihin açıklığı yaratan ender gruplardan. 


Artık sözü kısa geçip icraatlara gelmenin vaktidir öyleyse. Hızı kesmeden "Station" albümünden "Youngblood" parçasıyla başlayalım.






"Enter" albümünden "Micah":






"Station" albümünden "Verses":






"Enter" albümünden ve benim favori parçalarımdan "Carpe" olmazsa olmaz.






Son albüm "Geneva"'dan harika "Melee":






"Geneva" albümünden "Malko"'nun canlı kaydı sırada:






"Enter" albümünden aynı isimli şarkının canlı performansı:






ve tabii "Death Rides a Horse"